15 Mart 2010 Pazartesi


Çanakkale

Çanakkale şehitleri anısına ilk olarak anıtın yapılması için Alçıtepe düşünülmüş ve planlanmış, ancak arazinin bozukluğu ve denize uzak oluşundan ötürü bundan vazgeçilmiş ve bugünkü yerine yapılmıştır. İlk kez Çanakkale Şehitler Anıtının yapılması 1944’te kararlaştırılmış ve aynı yıl bir yarışma açılmıştır. Yarışmayı Y. Mimar Doğan Erginbaş ve Y.Mimar İsmail Utkualan’ın hazırladığı proje kazanmış, anıtın yapımına 19 Nisan 1954’te başlanmış ve 21 Ağustos 1960’ta tamamlanarak açılmıştır. Çanakkale Şehitler Abidesi 25.00x25.00 m. ölçüsünde bir kaide üzerine 41.70 m. yüksekliğinde dört ayak üzerine oturtulmuştur. Buradaki ayaklar 7.50x7.50 ölçüsünde, 10’ar m. aralıklı olup, girişte 30.00x30.00 m.lik bir onur holü bulunmaktadır. Çanakkale Şehitler Anıtının ayakları üzerinde bulunan rölyefler Kültür Bakanlığı’nca yaptırılarak 27 Kasım 1999’da açılmıştır. Anıt, son derece güzel bir ışıklandırma sistemine sahiptir. Bahçesinde bulunan direk yekpare bronzdan olup 25 m. yüksekliğindedir. Bu direk ABD’de yaşayan Nazmi Celal (William Johnson) tarafından hediye edilmiştir. Çanakkale Şehitler Anıtının tümü 625 km.lik bir alanı kaplamaktadır. Çanakkale Şehitler Anıtının orta yerindeki taş blok burada şehit düşmüş askerlerin toplu mezarlarını sembolize etmektedir. Bunun üzerinde Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiirin ilk mısrasına yer verilmiştir. Ayrıca Çanakkale Şehitler Anıtının altında Çanakkale Savaşı eserlerinden oluşan bir müze açılmıştır. Bu müzede savaş alanı kroki ve haritaları ile savaşta kullanılmış mermiler, dürbünler, Anzaklara ait mektuplar, içki, ilaç, karavana kapları, sigara tabakaları ve bazı savaş araç ve gereçleri sergilenmektedir. Bunlar arasında her iki tarafın birbirlerine açtıkları ateş sırasında havada çarpışan mermiler ile kemiklere saplanmış mermi ve şarapnel parçaları bulunmaktadır. Çanakkale Şehitler Anıtı’nın yanında Mayıs 1992’de yapımı tamamlanmış bir şehitlik bulunmaktadır. Burada üstlerine ay yıldız konulmuş, isimleri tespit edilebilen 100 subay ve 398 erin isimleri yazılıdır.


Antik Şehir Aspendos
Aspendos'un Tarihçesi
Antalya - Köprüçay (Eurymedon) nehrinin yanında kurulmuş olan Aspendos, muhteşem antik anfi-tiyatrosuyla dünyaca tanınmaktadır.
Yunan efsanesine göre, şehir Truva Savaşı’ ndan sonra Pamphylia’ ya gelen kahraman Mopsos liderliğindeki Argive kolonicileri tarafından kurulmuştur. Aspendos bölgede kendi adına madeni para bastıran ilk şehirlerden biridir. Tarihi M.Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıla uzanan bu gümüş sikkelerde şehrin adı yerel yazı ile Estwediiys olarak geçer. 1947’ de yapılan Adana yakınındaki Karatepe kazılarında bulunan M.S. sekizinci yüzyılın sonlarına ait hem Hitit hiyeroglifi hem de Finike alfabesi ile kazılmış olan iki dildeki yazıt, Danunum (Adana) Kralı Asitawada’ nın kendi isminden türetilmiş Azitawadda adında bir şehir kurduğunu ve kendisinin Muksas ya da Mopsus hanedanı üyesi olduğunu belirtir. “Estwediiys” ve “azitawaddi” isimleri arasındaki bu şaşırtıcı benzerlik Aspendos şehrinin Asitawada’ nın kurduğu şehir olabileceğine işaret eder.
Aspendos eski çağlarda politik bir güç olarak önemli rol oynamamıştır. Aspendos’ un kolonileşme dönemindeki siyasi tarihi Pamphylia bölgesindeki akımlarla uyum sağlar. Bu eğilim ile Aspendos, kolonileşme döneminden sonra bir süre Likya egemenliği altında kalmıştır. Şehir, M.Ö. 546’ da Pers hakimiyeti altına girmiştir. Aspendos’ un bu dönemde de kendi adında parasını basmaya devam etmiş olması, şehrin Pers egemenliği altında bile oldukça özgür olduğunu gösterir.
M.Ö. 467’ de devlet adamı ve askeri komutan Cimon ve onun 200 gemiden oluşan filosu, ani bir saldırıyla Eurymedon (Köprüçay) Nehri’ nin ağzında konuşlanan Pers donanmasını yok etmiştir. Cimon, Pers kara kuvvetlerini ezmek için, en iyi savaşçılarını daha önce ele geçirdiği tutsakların giysilerini giydirip kıyıya göndererek Persleri kandırdı. Persler bu adamları gördüklerinde onların düşman tarafından serbest bırakılan yurttaşlar olduğunu düşündüler ve kutlama şenlikleri düzenlediler. Bundan yararlanan Cimon, karaya çıkartma yaptı ve Persleri yok etti. Bundan sonra Aspendos, Attika-Delos Deniz Birliği’ nin üyesi oldu.
M.Ö. 411’ de Persler şehri tekrar ele geçirdiler ve üs olarak kullandılar. Şehrin Peleponnes Savaşlarında kaybettiği prestijin bir kısmını yeniden kazanma çabası içindeki Atina komutanı, M.Ö. 389’ da şehrin teslim olmasını garanti altına alabilmek için Aspendos kıyısına demir attı. Yeni bir savaş istemeyen Aspendos halkı aralarında para topladılar ve topladıkları parayı Atina komutanına vererek herhangi bir zarara meydan vermeden geri çekilmesi için yalvardılar. Komutan parayı aldığı halde, adamları bütün tarlalardaki ekinleri çiğneyerek Aspendos' luları zarara uğrattı. Öfkelenen Aspendos' lular komutanı çadırında bıçaklayarak öldürdüler.
Büyük İskender Perge’ yi ele geçirdikten sonra M.Ö. 333’ te Aspendos’ a girdiğinde, daha önce Pers kralına haraç olarak çok sayıda at veren ve vergi ödeyen halk, İskender’ in de bunları istememesini rica etmek için kendisine elçi gönderdi. Anlaşmaya varıldıktan sonra İskender teslim olan şehirde bir garnizon bırakarak Side’ ye gitti. Sillyon üzerinden geri dönerken Aspendos' luların kendi elçilerinin teklif ettiği anlaşmayı onaylamadıklarını ve kendilerini müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen İskender, hemen şehre doğru ilerledi. İskender’ in bölükleriyle geri döndüğünü görünce Acaropolis’ e çekilen Aspendos' lular yeniden barış sağlayabilmek için elçi gönderdiler. Ancak bu kez oldukça ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldılar. Bu anlaşmaya göre, bir Makedon garnizonu şehirde kalacak ve yıllık vergi olarak 4000 atın yanı sıra 100 talent (daha çok altın ve gümüş için kullanılan, Attica’da (şimdiki Yunanistan) 6000 drahmi, Suriye ve Filistin’ de 3000 şekel karşılığı ağırlık birimi) altın vereceklerdi.
İskender’ in ölümünden sonra devam eden savaşlarda dönüşümlü olarak Ptolemilerin ve Seleucidlerin kontrolü altına giren kent, daha sonra M.Ö. 133’ e kadar Pergamum Krallığı’ nın eline geçirmiştir.
M.Ö. 79’ da Cicero’ nun davayı Roma senatosuna sunmasından önce, Cilicia konsey yardımcısı Gaius Verres’ in tıpkı Perge’ de yaptığı gibi Aspendos’ u da yağmaladığını biliyoruz. Verres, halkın gözleri önünde tapınaklardaki ve meydanlardaki heykelleri almış ve onları at arabalarına yüklemiştir. Öyle ki Verres, kendi evinde bulunan Aspendos’ un ünlü harpçı heykelini bile almıştır


Ağrı Dağı' nın adı zaman zaman değişik söylenmiştir.



Çeşitli tarihlerde Ağrı’ ya Argı, Han Argı, Argurı, Arkuru, Ark Dağı, Argı Dağı denilmiştir. Selçuklular buraya yerleştikten sonra Eğri Dağ, bilahare Ağrı Dağ adını aldı. Zamanla Ağrı Dağı, şekline dönüştü. Halk bazen Kire/Kıra olarak da ad vermektedir.
1938’ den beri İl, sınırları içindeki Türkiye’ nin bu en yüksek dağı olan Ağrı Dağı' na izafeten Ağrı olarak isimlendirilmektedir.
Urartu adının bu kavme, güneydeki Samiler tarafından verildiği ve bunun "Ur-Ar-tu" (Yukarı ülke, yüksek memleket) manasına geldiği ileri sürülmektedir. Hatta bu isimdeki "Ur" (yukarı, yüksek) kelimesinin Sümerce’ den geldiği ve Akadlılar' ca Dicle- Fırat yukarılarının "Yukarı Memleket" manasına böylece anıldığı kanaatine varılmıştır. Bu yüzden, Urartu ülkesinin en yüksek dağlarına da "Ararat Dağları" isimleri verilmiş bulunuyor. Sonradan Musevilerle, Hıristiyanlar Tevrat' tan alarak bu adı Ağrı Dağı' na alem etmişlerdir.
Küçük Arsaklı Devleti zamanında memleket başlıca 15 eyalete ayrılmış; bunlardan hükümdarların yazlık ve kışlık başkentlerinin bulunduğu yukarı Aras Boyu ve Ağrı Dağı çevresinde Ararat Eyaleti adı verilmiştir.
Anlaşılacağı gibi; Ararat, Ağrı Dağı' nın adı değil, bu bölgenin Urartu ve Arsaklılar zamanındaki adıdır. Ağrı Dağı' nın eski Türkçe’ de "yüksek" anlamına gelen Ağrı ve Ağru kelimesinden geldiği öne sürülmektedir. Ayrıca Ağrı kelimesinin Arapça’ da “muhteşem” anlamındaki ağra ile ilgili olduğu da belirtilmektedir. Bu adlar, zamanla söylene söylene halk arasında Ağrı Dağı olarak benimsenmiştir.
Büyük Ağrı Dağı
Büyük ve Küçük Ağrı Dağları; Türkiye, İran ve Nahcivan devlet sınırlarının birleştiği bir noktada yer alır. Küçük Ağrı doğuda, Büyük Ağrı Dağı batıdadır. Her ikisine birden Ağrılar denir. Doğubayazıt ovasının kuzeyinde, ilçe merkezine 15 km. uzaklıktadır. Ana kütleyi Büyük Ağrı oluşturmaktadır. Her ikisinin yamaçlarında oluşmuş pek çok parazit koniler vardır.
Türkiye’ nin en büyük dağı olan Büyük Ağrı Dağı (5137 m.) solmuş volkanik bir yanardağdır. Ağrı Dağı, Aras Güneyi Dağı' nın ucu ile bağlantılıdır. Ağrı Dağı ile bu sıra dağı birbirinden Pamuk Gediği ayırmaktadır ki, Doğubayazıt-Iğdır karayolu buradan geçer.
Ağrı Dağı' nın kuzey batısındaki Iğdır Ova' sından yüksekliği 4500 m. güneyindeki Doğubayazıt düzlüğünden nisbi yüksekliği 3400 m. dir. Bu fark Iğdır Ova' sının çukurda oluşundandır.
Ağrı Dağı, küçük tepeler teşkil etmeden, birbirine tek başına yükselerek dünya volkanlarının en görkemlisi olmuştur. Dağın zirvesinde kar ve buzlarla kaplı bir krater vardır. Bundan örtülü dağın tepesi yaz-kış devamlı karla kaplı olarak beyaz görünür. Büyük Ağrı’ nın üzerini bulut örter ve tepe tarafına yazın dahi kar ve yağmur yağar.
Ağrı Dağı yaklaşık 17 km. yarı çapında bir taban üzerine oturmuştur. 1188 km2 yer kaplamaktadır. Çevresi 128 km. dir. Dağın tepe tarafı üç çataldır ve en yüksekliği Iğdır’ a bakandır. Kar sınırı 4000-4500 metreden başlayan dağ, geniş bir alana egemen olduğu için, Karaköse’ nin bir çok yerinden, Iğdır ilinin ve Nahçıvan’ ın her tarafından, Van, Erzurum, Kars, Ermenistan ve İran’ ın yüksek yerlerinden görülebilir. Bu dev kütlenin yakından görünüşü heybetli ve etkileyicidir.
Dağ bir sünger gibi kendi suyunu kendi içine çekerek emer. Dağın emdiği suların bir kısmı Serdarbulak, Yakup, Örtülü ve Topçatan kaynakları ile dışarı çıkar. Ancak yarık bulamayan kar suları dağın eteklerine doğru akar. Dağ eteklerine yaylaya çıkan göçebeler, dağda çok sayıda bulunan evcil ve yabani hayvan bu sulardan faydalanır.